Kategori arşivi: Deneme

Ölüm

Kıran geçiren ele avuca sığmaz bir dert!
Onlarca yıllık kovuğundan palazlanarak çıkar gün ışığına; gözlerimizi kör, kulakları sağır eder, dilleri dilsiz bırakır. İmkansızlaşır kavuşması gönüllerin birbirine, yetim bebeler sınırları zorlayan vuruşlardan. Bir ana – bir diyar sırt sırta verdiği halde çözümsüz problemlerle karşı karşıya anbean.
Kaza değil, çözüm sürecinde husule gelen taşkınlıklar barışın doğasını bozan… İfadeye göre “bağımsızlığı için” cana kıymayı mubah sayan zihniyeti kim anlayabilir? Oysa halk zaten bağımsız; belli kişi (kişilerin) hakimiyetinde ayrı bir devlet tasavvuru bu!
Halkın bölünmesine sebep teşkil edileceği biliniyordur, zira bu hepimizin anlayabildiği bir olgu. Aşamadığımız yıkık dökük viranelikten kimsenin yarasız sıyrılamayacağı açık seçik ortada. Keşke çocuklarımıza bilmecelerle dolu bir dünya teslim ederken zaten bir labirent hususiyetindeki ölümü çözümlemelerinde yardımcı olabilecek bir done birikimi bırakabilsek!
Alçakça inen bir yumruk mu dolanacaktı ekseninde evrenin?
Bir magandanın silahının namlusundan fırlayan kurşun mu vuracak seni-beni, düşüncesizce savrulduğunda havada egoistçe duyguların tatmini amaçlı?
Ya da bilinçle tezgahlanmış bir operasyonun mağduru olmak mı düşecek payına?
İnsan, bir tutkunun akabinde mi yüzleşecekti ölümle, burun buruna geldiğinde kaderiyle?
İster ki er kişi, kötülüğün mağlubiyeti üzerine, aşkla, duyulsun semada, huzurlu bir Hakk’a varış semaisi!
drtmevsimFoto.alıntıdır.

Gençlik

Kendinle çok ilgilisin, diyordu babası. Gençlikten olmalı!
Döndü, aynaya baktı: rujunu tazeledi. Güzel görünmeli idi.
Belki beraber bir yere giderlerdi. Nasıl olsa çok geçmeden gezintiler, vakit kaybı ve hatta ekonomik yitirim gibi görünmeye başlayacaktı. Annesi buna değinir, dışarı çıkmak istemediğini, kendine ve çevresine daha faydalı olabileceği etkinliklerde yer almanın onu mutlu ettiğini söylerdi. O ve sevgilisi de gerçekliklerle yüzleştikçe geri çekileceklerdi, başka alanlara yönelerek kendilerini geliştirmeyi tercih edeceklerdi…
Not: Alice Munro’nun, Firar’da bu konuya değindiğini görüyoruz…
B1wpJgwIcAALpD1.jpg largeFoto.alıntıdır.

Yalnız Yalnızlık

Kimse gelmiyor, diyordu. Yalnız hissediyordu. Geçen günler anlamsız geliyor tek başına, yanında biri olsa. Kimsesizlik miydi yalnızlık? Gününe gecesine sığdıramadığı kendi canından sıkılması mı?
Kendi kendine yetebiliyorsa kişi, yalnız sayılmazdı.
Boşluğu doldurabiliyor, çalışmaları ile kendini geliştirebiliyorsa ondan iyisi yoktu; ihtiyaç duymazdı birinin sözüne, eleştirisine, varlığına. Ne yapsa yetmiyordu demek ki. Kimse olmayınca çoktan ölmüş sayıyordu.
Hep o kalsın istiyordu yanında, can yoldaşım diyordu ona.
Camın önü hareketli idi, ana caddeye bakan bir sokak..insanlar, otomobiller gelip geçiyordu. Oyalanıyorum, diyordu. Devamlı çocuklarında kalabilirdi, candandı onlar. İlle de evimde olmak istiyorum, derdi oysa. Kimseyi dinlemeden çıkardı çocukların evinden otobüse atlar varırdı evine. Çocuklar gitmesini istemez, kızı, aklım sende kalıyor anne, derdi.
Herkes yalnız muhakkak hayatta, yalnız yalnızlığını paylaşmak önem kazanıyor çerçevede. Her gün dünyayı söyleşerek kucaklamak en anlamlısı, insana en yakışanı. Çünkü insan sözcükleriyle kabul görüyor ilk önce evrende.
11_dFoto.alıntıdır.

Okul Younda

Sabahtı, yola koyuldu. Caddeyi, dükkanları, evleri, kıraathaneyi geçti. Yirmi dakika yürüdü öyle.
Kuledibi… Siyah gri cüssesiyle dikiliveriyor karşısında Galata Kulesi. Hastane ile liseyi dolanıp okula giriyor. Okul binası yılların içinden sıyrılıp vefakar, fedakar, neşeli endamı ile kurulmuş duruyor önünde.
Arkadaşlar etrafında; Suzan, Özdenen, Hicran… Saklambaç oynuyorlar, köşe bucak.
Öğretmenini seviyor, kart yolluyor sonrasında her bayram, öğretmeni de ona. Okul çıkışında bekliyor, çantasını alıyor elinden, birlikte yürüyorlar durağa kadar.
Öğleyin annesiyle kardeşi geliyor,  yemek getiriyor annesi. Büyük terasa çıkıyorlar, onu görünce kardeşi de yiyor.
Kısa bir süreç ömür dediğin; ereklerine ulaşma gayreti ile koşuşturup durduğun. Çocukluk yıllarından çekip aldığın anılardan değindiklerin… Sarıyor benliğini coşkun izleri.
Babası çıkartıyor evden, ver elini Harbiye, Boğa Heykeli: siyah beyaz bir fotoğraf..babası ve o, sımsıkı yapışmış işaret parmağına. Kardeşi küçük, o, anneyle evde.
Kalplerde yerleşen kavrayışı sevginin.
Anneannenin evinde cumbada sedirde oturmuş poğaçacıyı bekliyorlar, sabah saat yedi. Henüz çıkmış fırından üstü çizili yağlı sade-peynirli poğaçalar; çayın, ılık ballı sütün yanında iyi gidiyor.
Babaannenin kocaman mutfağında toplanıyorlar, bayram sofrası: hala, enişte, kuzenler hepsi orada.
Geriye bakıp toparladığın anılar başını döndürüyorsa, duyarak yaşadığının göstergesi bu. Hazır ol.
GalataFoto.alıntıdır.

Kendinle Barışık Olma

Öyle bir an geliyor ki, kendimden sıkıldığım an! O an, insanın kendisiyle barışık olması ne demek idrak edemiyorum.
Oysa, her fırsatta “kendimle barışık biriyim” der durur. Nasıl olur?
Kabuğuma çekildiğimde, yalnız başıma bazı işler kotarmaya çalıştığımda, kurallarım, fazla çattığından benliğime, kızarım üstbene. Bocalarım, nefesim kesilir. Gerginliği gidermek için bir süre çabalarım.
Mücadele bitince yine barışırım ben kendimle, yeter ki, umutsuzlukla çevrelenmesin dünyam. Özgüvenim eksilmesin.
Barış, sihirli bir sözcük. Kim çatısı altında uyumak istemez. Hakim olduğu ortamlar şenlenir. Eksikliğinde geri kazanımı için savaşa bile gidilir. Küsenleri uzlaştırmak için arabulucular girer devreye, öylesine gereksinilir varlığı…
Bir dönem kişiliğinin kabülü için çıktığı yolu, kendisiyle barışık olarak alması, başarıyla donanmış ilişkiler yumağına sarılması insanoğlunun.
harelerFoto.alıntıdır.

Emeklinin Gördüğü

Unutulmak değil asıl yakan içini… Sevdiğin işle artık uğraşamayacak oluşun yarattığı boşluk yüreğini burkan. Hayat rengarenk. Bulur kişi, hoşça vakit geçireceği bir başka meşguliyet mutlaka. Yeter ki barış hakim olsun ülkede ve dünyada.
Bazı örgütlerin terör estirdiği, dünyaya korku saldığı günler…
Severek yaptığın şeyler zevk vermez olur birden.
Duyulan sıkıntı, bir başlangıç değildir, umarım. Aşkından ayrılmak zorunda kaldığında çattığın; yoksullukla baş etmeye çalıştığında karşılaştığın; ölümü çok yakınında yaşayıp kabullendiğinde duyumsadığın; amansız bir sayrılıkla helak olduğundaki çaresizliğin eşiği gibi umutsuzluk yüklü bir dönem yaşamayız, diliyorum.
Her an emareleri ile iç içe bulunsam da daha önce hiç harbetmedim. Kıtlık, sefalet, acı, can kaybı, yıkık dökük binalar… Kişilerin, birbirine davranışlarına bakıp insanlığa değer verilmiyor diyerek üzüldüğümüz bir zaman dilimi yaşadığımız. Daha da ileri gidilip insanları hunharca katletmek için cani olmak gerek!
Savunmasız halklara zulmeden toplulukların hala terör örgütü olup olmadığının tartışılabildiği; bunlar yaşanırken kendilerine destek vermediğimiz öne sürülerek ülkemizi yakıp yıkan-cana kıyan terör örgütlerinin haklılığına dem vurulduğu bir ortam bu!
Çocuklarımızın yarınlarının güvenliği için sağduyuya gereksinim var, unutmamalı.
Elimizden gelen yapabileceğimiz bir şey olmalı.
istanbul_gibi_kokuncaFoto.alıntıdır.
 
 
 
 

Hayatla

Yıllar önce ilk karşılaştığında bir kapı açıldı önünde, sonsuzluğa giden yol görünüyordu. Gülen gözler, tatlı arkadaşlıklar, dostluklar ruhunu okşuyordu. Tasasız bir dünya yok… Kırgınlıklar olurdu zaman zaman, üzülürdü. Hatayı hep kendinde arardı.
Karşılıklı küsüşmelerin ilişkilerin tuzu biberi olduğunu düşünüyor ne zamandır. Tabii ki hatalar olacaktı, insanın yapısı böyle yoğrulmuştu; kusursuz değildi ve yanlış davranışlar tek tarafa ait olamazdı. Daha dingindi, iyimser açıdan bakabiliyordu yaşananlara. Suçlamıyordu artık kendini. Heyecanına yenik düşmüyordu. Daha az öz eleştiri yapıyordu, çünkü bu yüzden yıpranmıştı.
İki kişi konuşurken söze karışıp kafaları karıştırdığını fark ettiğinde on beş yaşında idi. Yüzüne kızgınlıkla bakan arkadaşlarının bu tavrına alınıp bir durgunluk dönemi ardından, sözlerine özen göstermeye gayret etti. Düşünmeden konuşmadığına dikkat çekilip takdir edildi.
Yarım asırlık bir yaşam deneyiminin sonunda şimdi daha yerinde konuştuğuna inanıyor ve sayılıyor: konuşmalarının anlam yüklü oluşundan mı, yaşından mı kaynaklanıyor bu saygı merak ediyor…
yasli-kadin-ve-denizFoto.alıntıdır.

Mutluluk Ne İdi Esasen?

Yenik çıktı ilişkiden. Yere göğe sığdıramadığı aşkından koptu. Bahtsızdı ya bocalayıp durdu. Bu arada hayatını planladığı gibi şekillendirmeyi bildi. Artık olumsuz düşünmeyecek, kararan his dünyasının aydınlanmasını sağlayacaktı.
Mutsuz günlerinde hatalı olduğuna inandığı hususlar için kendine haksızlık ettiğine hükmetti. Hata yoktu esasen, hayat yolunda dilediğimiz gibi yürüyemediğimizde yanlışlıklar yapabiliyorduk; bir kodlama öngörüsü.
Yetersiz olduğumuz manası çıkmıyordu bundan, sis bulutundan sıyrılmak için zaman gerekiyordu. Sakinlik! İlerlemenin gücüne inanan bir usun denetimi…
Çalışmaktan mütevellit tüm benliğini yalayan esrikliği daha önce de yaşamıştı. Seramik eğitimi almıştı, bir atölye açtı şehrin göbeğinde. Gaye, salt para kazanmak olamazdı, gerçeklik, bir olguyu-yaşamı sürdürmekti. Yeteneğinin bilincine varmaya susayan ruhunun, törpülendiği hayata sarılması idi.
mutluFoto.alıntıdır.

70’li Yıllar

İlk iş müracaatı idi. İnsan Kaynakları Bölümünden sorumlu kişi üzerinde “iyi” bir intiba bırakmış olacak ki, hafta başında çalışmaya başlayıp başlayamayacağı sorulmuştu kendisine, o da hazır olduğunu belirtmişti.
Heyecanlı bir bekleyiş! 3. gün, iş başı. Şirketteki ikinci görüşme çalışmaya başlayacağı bölümün koordinatör ve yardımcısı ile…
O, tüm samimiyeti ile fikirlerini aktarıp ilerlemek istediğine değinir. Sanırım, bu herkesin hedefi: işe girdiğinizde bir süre sonra çalışmanızın takdir görmesini ve terfi edilmeyi istemez misiniz?
Sonradan samimi konuşmalarını gaf olarak nitelendirir, çünkü bölümdeki en kıdemli eleman yedi yıldır aynı mevkide görev aldığı halde hiçbir titri yoktur. Bunu kısa sürede iş esnasında geçen konuşmalardan anlamış ve geleceğe dair sarf ettiği sözcüklerin arkadaşlarını kırdığını düşünüp üzülmüştür.
Evde, okulda işlenen olumlu ideler, iş hayatına atıldığında çekişme boyutunda farklı kutuplara kayıyor… O noktada kişi anlıyor ki; bulunduğu devranda sözlerine dikkat etmesi gerekli.
Öğrenciliğinde dorukta yer eden ailenin umudu, hayatın içinde işte böyle pişmeye başlıyor… Alın teri, göz nuru olan çalışmalarının nasıl sınanarak kabul gördüğünü öğreniyor…

DSC_1563-2

“Beklenti” Muhabbeti

DSC_1702-2

 

Beklenti içinde olduğunu fark ederek, çıkıştı kendi kendine: gerçekleşmesini istediği ne ise onun peşinden koşulması idi esas olan. Bu, “biri” ya da kişinin “ereği” olabilirdi.
İlişkilerinde hep karşısındakinden bekliyordu ilk hamleyi, iş konusunda şans diliyordu Tanrı’dan. Yaşlanınca bir de ölüm eklenecekti beklediklerine. Kim bilir?
Başka bir buuta geçmeli idi.
Gelecekte hedeflerine ulaşmak için durmadan çalışmalı, dedi. Sonucunda ödülü başarıları olurdu, bu onu mutlandırır; hayata daha güçlü bağlanırdı. Çalışmayıp da ne yapacaktı, enerji yükü bir kanala akmak için çırpınıyordu.

Eleman memnun değil diye geçirdi usundan: “Başarılı idi, işini sevmediğini söylüyor ama çalışmaya bayılıyordu”.

Sevdiği işi yapacaktı o da, dünya üzerinde dayatılan her şeye katlanması kolay olurdu o zaman. Hangi iş koluna yatkın olduğunu belirlemesi gerekecekti öncelikle.
Mutlaka hedefleri olur insanoğlunun, onlara ulaşmak için gayret göstermeli. Çaba sarf etmeden elde edemez istediklerini.
İtalyanların dediği gibi, “istiyorum çiçeği kralın bahçesinde bile yetişmez”. Bunu bir yerde okumuştu. Ne hoş ne derin mana içeriyordu!