Pişirdiği galetaların kokusu caddeyi baştan sona saran fırının arka sokağa açılan kapısından içeri adım atmayı özledim. Anneannemin fırınlanması için götürülmek üzere hazırlayıp elimize tutuşturduğu börek ya da kurabiye sinisini bıraktığımızda makbuz koçanının en üst yaprağının kopartılıp verilmesi ve “bir saat sonra hazır” sözüyle çıkıp oynamaya devam ederek sürecin bitiminde geri gelişimizi… Makbuzun bizdeki nüshası ve sararan kopyasının karşılaştırılıp sıcak tepsinin gazete kağıdı örtülerek iade edilişiyle avucumuzdaki bozukluklarla yaptığımız ödemeyi ve bir koşu, eve, çayın yanına yetiştirişimizi.
Galetalara gelince hilafsız yarım metre idiler, tezgahta dar, uzun..ayaklı hasır sepetlerde muhafaza edilir, daima dükkanın süsü olma özelliklerini korurlardı bana göre..yemesi kıtır kıtır muhakkak. Onlardan hiç alıp yemedim..sabah kalktığımda başlardı etrafa yayılmaya koku.
Galeta rayihası ile denizi beraber solurduk, içimize çekerdik doyasıya… Haliç’in o dayanılmaz “parfümvari” esintisi sonradan hakim olmaya başladı Fener, Balat’ta.