Okul yıllarında kalıyor çoğu zaman…
Uzmanların “sıkıldıkça yazı yazın” önerisine uyarak yazı yazmağa başladım yeniden.
Yeteneklerinden faydalanmalı kişi. Bilgilerini değerlendirebilmeli:
Zamanın boşa akıp gidecek denli kıymetsiz olmadığını hep aklımda tutmalıyım.
Kendimi bir işe vererek avunmalıyım. Salt bu değil, hayat mücadele demek olduğundan elimden geleni yapmalıyım.
Başarılarımın esrikliğinde yitip gitmemeliyim; başarısızlıklarımın altında ezilmemem gerektiğini bildiğim gibi.
Yeni bir umut ışığı bana bu hamle… Çıkış kapısı bulduğum için sevincim olmalı attığım her yeni adım.
Kitap Kapağı
Esere ait imgeler taşımalı, kitap kapağı.
Kitabevi’ne sipariş vermiştik, birçok kitap gelecekti, bir iki de defter. Sabırsızlıkla bekliyordum kargonun gelişini, çok bekletmediler beni; hediye paketiydi, kızım o şekilde ısmarlamış… Heyecanla açtım, özellikle biri vardı ki içlerinde kapağıyla girdi kalbime. Lale desenli olanı! Onu her zaman masanın üstünde ağırlamak istedim, bir süre öyle de durdu, lale dolu bir vazo gibi. Okumak için her elime alışta laleleri yoklar, adeta bir diyalog kurardım onlarla. Kitabı bir kez daha okumaya başladım, bunda kapağına değeceğim düşüncesi pay sahibi olabilir mi, dersem basite indirgediğimi hissederim: kapak tasarımı, içeriği destekler nitelikte başarılı.
Kapak, içerikten haber uçurmalı okuyucuya, konu ile isim arasında gidip gelen rabıtaya bir ışık olmalı.
Acı
Çörek
Yılbaşı günü bir çörek tarifi yer alsın istedim bu sayfada, çayın, kahvenin yanında..afiyetle…
İki su bardağı kepekli un, on gr instant kuru maya, bir tatlı kaşığı toz şeker, bir fiske tuz, yarım su bardağı ılık süt, yarım çay fincanı zeytinyağı karıştırılıp yumuşak bir hamur elde edilir. Mayalandırılıp altı parçaya ayrılır..kurumasın diye yağlanır.
İlk etapta üçü alınıp tek tek açılır; yarım çay bardağı tahin, yarım çay bardağı zeytinyağı, yarım su bardağı pudra şekeri karışımından sürülen her bir yufka üst üste konulur. Ortadan ikiye kesilip rulo yapılır, kendi etrafında dolandırılır ve yağlanmış tepsiye yerleştirilir. Diğer üç parça da aynı işleme tabi tutulur. Böylece gül şeklinde dört adet çöreğimiz olur.
Üzerine yumurta sarısı sürülüp susam serpilir. 175 derecelik önceden ısıtılmış fırında 25-30 dk pişirilir. Sade ve cevizli olarak da yapılabilir…
Gerçeklik
Sayrılığın yıprattığı gül yüzüne vuracak gecenin siyahı, alıp götürecek onu da sessizce geçen yıllar peşi sıra…
Durmadan çağlayan gönül sesi.
Sayfaların üzerine kondurduğu lacivert bulutlar mı? Onlar sıradan satırlar mı?
Uzayıp giden yollarda bir ikisi mi birbirini sınayan? Perişan olmuş hayatlardan giden tutuklu şimdi. Yarası zamanla kabuk bağlar da, unutulmaz yağan tıkanan yazgısının o son seferi.
Gülümser esrikliğin dayanılmaz zaferi. O anlık.
Kural tanımazlıkla kuşatılmış dünya, o, doğruluğun peşinde koşan kimliğiyle sarar dört bir yanı. Gerçek, güneşin ışıdığı noktada, aydınlık; içinden çıkılmaz olduğunda söyleşmek gerek dost yüzlerle.
Bir rahatlık her şeyin üstesinden geleceğine dair.
Yaşamdan bir kesit, zorluklara karşın yüzleşmek gerçekle. Aldandığını, aldatıldığını sandığında bir derstir bu, der geçer: gerçektir o!
Sorduğu sıradan sorular belki çözüm; hedefinden şaşmamak, çevreden etkilenmemek, deneyimleri değerlendirmek, zihin jimnastiği yapmak, gelişime katkıda bulunmak öngörülerden.
Sonuca ulaşmadan adım adım düşünerek hareket etmek, yaşamımızın amacını esen rüzgara kapılarak silip atmadan… Şartlar öyle gerektirdiğinden başka bir yol çizilebilir. Erteleme… Kararsızlık etkin olabilir belki. O boyutta özgüvenini pekiştirici stratejiler benimsemek!
Yaşantılarında gündemi belirlemek daima. Sevimli çocuklar yetiştirmek, önceki kuşakların anılarını dinleyip bilim adamlarının önerilerine yer vermek, olguları kendi akıl süzgecinden geçirerek gerçekliğe varmak. Ne mutlu ki, insanlık tarihi varlığımıza can katan tebessüme sebep, bazen dudak uçuklatan anlarla bize bir rehber…
Bir sayfa kapanırken yenisi açıldı gerçeklikle yaşam doludizgin devam etti, edecek. Her biçimin bir adı olacak, bir yapısı, sinerjisi, çabası, alışverişi, hukuku, gözlem..çalışma..ortam… Ne güzel yaşıyorum, armoni içinde bir rengim, diyebilmek. Hayatın verdiğinden daha fazlasını geri vermek, bu evrende bir hiç olduğunu bilerek yarına yürümek, harcın içinde karışırken bir nefer olup sahiplenmek dünü ve hissetmek günü…
Aşk
Aradan günler geçti, yuvarlandı kar tanesi… Büyüdü durdu; oturdu yuvasına, o geldi. Batan günün ardından toparladığı kızıllık vurmuş maviye, toz pembe şimdi ufuk! Sessizliği boğan bir kelebek o, saflığından bir şey yitirmiyor onca yengi, yenilgi…
Olmadığı denli özgür! ‘’Ne sırlar saklı’’ deniyor ya, aslında yaşantılarda gizem olmadığına inanıyor ama rast geldikleri bilemiyor benliğindeki dalgalanmaları… Anlatmaya çalışmak boşuna gayret değil mi? Paylaştığında, ancak, bir bölümünü anlayabilir karşısındaki, o da kendini verirse dinlerken.
Bir çığ idi kavrayamadığı, başından savamadığı, sevecenliği anbean belirginleşen… Yalnız..dalına konamadığı! Berrak su parıldıyor, düşünce kar tanesi, güneşin eriten neşesi su yüzünde. Savruklaşan pırıltılar… O doygun kızıllık sarıp sarmalanacağı aşkı arıyor, buluyor belki kucaklaştığı kar tanesinde. Buluşma kısa sürüyor, söyleyemiyor ikisi de hislere saklananları..duydukları acı katbekat artıyor. Gördüğü maviliklerde kaybolan izler, anıların sakladığı güzellikler… Geçip giden ömür kendince yazıyor onunla akıp duran gözyaşlarının neyi anlattığını. Bir iç huzuruna ulaşıyor zamanla..görev, sorumluluklarını yerine getirip kendine yardım ederek.
Önceden yazılanların başlıkları ona ışık olurdu, çözmeye çalışırdı: neydi, nasıldı akıl yürüterek. Sonra okumaya başladı başa çıkamadığı sevdanın nereden geldiğini. Duygularına kapılmamıştı ya, umursamazlığı öğrendi; gerçekçi izlenimlerle çıktı kabuğundan. Yorgun, kararlı; soluğu gibi solgun yaşanası bir aşktı onunki. Oysa uçuktu aşk dediğin..rengarenk yaşanmalıydı. Varlığı ve yokluğu bir. Bir adımda. Sevecen cümlelere gereksinim duyardı.
Duyarlı olacaktı, aşık, sunulanlara. Selam durmalıydı; kırlarda çiçekler, ağaçta kuşlar da ona. Boş verdiği ne varsa anlam kazanırdı; nokta, virgül onun olurdu, arkadaşlar onunla. Sılayla yanıp tutuştuğunda refahı sevdası olurdu. Çırpınıyordu, öyle gerekti! Yaşamak aşık olmak demekti: börtü böceğe, çayıra çimene. Tanrı’nın yarattığı her şeye. Tanrı’ya.
Yılgınlığım
Kısılıncaya dek sesim,
sözcüklerin usanırlığından
Çıplak
Anneannemin mutfağından leziz bir tatlı!
Karabiber ekleyerek zenginleştirdiğim tarifi şöyle:
Bir kg sakız kabağı kabukları soyulup yıkandıktan sonra rendelenip..çırpılmış üç yumurta, bir su bardağı zeytinyağı, bir su bardağı toz şeker, bir fiske tuz, bir su bardağı un, bir çay kaşığı karabiber ilave edilerek tahta kaşıkla karıştırılır. 26 cm çapında yağlanmış ve un serpilmiş bir tepsiye dökülür. Üzerine un serpilir. Önceden ısıtılmış 170 derecelik fırında pembeleşip kızarana dek 60 dk kadar pişirilir. Soğutulup servise sunulur.
Aile içinde beğenilen Rumeli tatlısının, saklı kalmasını istemedim. Soframıza tadıyla her zaman renk katmış olan mücverin bu “tatlı” versiyonunun da hafif..serinletici etkisinin damaklarda iz bırakacağını düşünüyorum…
Bile İsteye
Bir koşuşturma var otağımda
Dur durak bilmez arzular
Tadı kaldı damağımda
Öyle ki, dayanamadım
sözcüklere döktüm bile isteye,
sormadan edemedim
çıkar mısın yola benimle diye…
Önce nazlandı biraz o
yüreklendi koluma takınca.
Kıskançlığının
hep sarmalayacağı
bir ihtirasla kucakladı beni.
Duydum içimde o günden sonra
iki cins arasında
sevgiye rağmen var olan
umursamazlığı.Foto.alıntıdır.