Etkileyici Yeşilçam sineması
belleğe nakşeden
birtakım kesitler filmlerden
-ki onlar hayattan izler…
Ana hıçkırığında
gençlik gözyaşında
düş kırıklıklarının gölgesinde
gülüşlerin pırıltısında
biçimlenen devinimlerden oluşan
bir çizgi yakaladım
Orada buluştuk onunla
sevdalandık birbirimize
hikâyenin ayrılık ile
neticelenmesi değildi aslolan
hep yenilenmesi idi içtenlikle
alışkanlıklara mağlup olmaksızın
tekrarlanan sahnelerde
mutluluğun gizi o tarifsiz anlarda
Nasıl sevdiğimizi göstermemeli idik
önce kimseye
aman nazar değer sonra
bu düşünüş güçlendirir mi aşkı
yoksa düşürür mü tuzağa
hayra yor aman
Ufak tefek küslükler
kocaman gülücükler
sarıldık ardından, kucaklaştık
Böyle biter masallar
çoğu ‘’mutlu son’’ ile.
Foto. Bâlâ Çiçek
Etiket arşivi: ayrılık
Edimsel Koşullanma
İlk görüşte, gönül çelen tatlılığına
gülüşlerine kandı
Zaman içinde
gri bir gölge kapladı göz hatlarını
Kıskançlık emaresi zalim bakışlarından
tanıdı bu kez karşı tarafı
İlk tanıştıklarında takındığı zarafetinin yerini
vahşi bir hâkimiyet almıştı
Bir nefeslik hevesi geçerdi bir anda belli ki
böylece sona ererdi dokunulası merhameti
Öyle yürümezdi aşk, özgürlüğü severdi
kişiye kendini muhteşem hissettirirdi
Ayrılığa sebep nice davranışı var, dedi
kendi hataları da vardı kuşkusuz
Sonrası edimsel koşullanmadan olacak
kalbini açamadı bir daha
karşı cinsten başka bir karakterin yüzüne.
Foto.Bâlâ Çiçek
Hüzün
Yaşamım baştan sona
inkâr ederek kaçtığım, dalgınlıkla karşılaştığım
aslında hiçbir evrede gerekli olmadığı halde
tiryakim olup beni saran bir hüzün bulutu.
Aşkla sarılsam, güvenle yaslansam bir omuza
romantizm sızsa içeri
ayrılık karşılayınca unutmadan
ele geçen hayal ötesi hüzün dalgası.
Doğan güne kucak açıyor, uğurluyor
hep benimle sabahlıyor.
Nafile önüne geçilmiyor.
Çaresiz dağılıyor yüreğim.
Bu bağlamda romantiklikten anladığım
ömürlük hüzün oluyor.
Sorun
Ne idi, anlayamıyordu…
Bir an daldığında,
acısının azalmadığını hissediyordu;
yüreğinin yandığını,
zihninin darmaduman olduğunu…
Geçecek deniyordu hep
oysa boşuna akıyordu zaman,
hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu.
O yaşanmışlık, anbean canlanıyordu.
Ta derinde bir yara kanıyor,
o, içinde yüceliyordu.
Böylece düşüncelerine işliyor,
yaşantılarının nüvelerini
yalnızca o oluşturuyordu.
Onunla bir ömür dilemişti esasen
Şimdi ayrılığın koparmadığını görüp
teselli mi bulmalı?
Bir kez hayatına girdiği için sevinç mi?
Bu hayali gerçek,
umutlarının bağlandığı geleceği için
kazanç mı, kayıp mı?
Ağladım
Onu hatırlayıp ağladım
İliklerime işlemiş içtenliğini duyumsadım
ağladım
Soluğunu duydum omuzumda
ağladım
Hep yaptığım gibi, Tanrı’ya yakardım
yatıştım
Keşke
son anlarında yanına varabilseydim, dediğimde
Sarıldı boynuma avuttu beni
yapamazdın, dedi, olmazdı
Ne bizi bu denli uzaklaştıran sevdiklerimizden
acı bir ayrılık
–ille sarsacak anlaşmazlıklardan mütevellit,
dirençsizliğimiz neticesi doğan
amansız bir hastalık,
bir doğa kanunu olduğunu yadsımadığım
zamanı geldiğinde
bana da sana da vuracak ölüm.
Konuşarak
İşte gidiyordu, karşılaşacaklardı birazdan, yeniden. Aradan uzun zaman geçtiğinin; olayları ona eksiksiz aktarmaktan ziyade kendisinde bıraktığı izlenimleri yansıtacağının farkında idi.
O da aynı şekilde hareket edecekti. Onca sözcük havada uçuşacaktı. Anlatmaya doyamayacak ardından önemli olan sözler değil, davranışlar diyecekti. Bu çok geniş bir mana içeriyordu; tabii ki, demek istediğini sözel olarak ifade edemediğinde tavırların önem kazandığı gerçek, kuşkusuz.
Peki, neden insanlar konuşa konuşa anlaşır, demişlerdi zamanında? Karşımızdakine derdimizi anlatabileceğimiz ölçüde düzgün konuşmayı öğrenmeye çalışmak boşuna mı? Hatta, bir yabancı dil edinme çabasında iken denmez mi: ana dilinizi çok iyi bilmeniz lazım ki, ikinci bir dili kotarabilesiniz.
Kişi, fikrine uymayan tezleri bir kenara ittiğinde dar bir bakış açısı ile yaşamayı kabul ediyordu baştan. O büyük sevgi nasıl soluk alacaktı, beraberlik ya da ayrılık için birbirine açılmadıkça, sözcüklere sığınmadıkça bu yüzden.
İnsanlar konuşmadan da anlaşırlar demişti, oysa birbirini tanımak için söyleşmek şarttı bana göre. İlerleyen ilişkilerde konuşmadan anlaşma noktasına da gelinebilirdi elbet, birbirlerini, soluk alışverişleri ile bütünlerdi aşıklar.
Ancak, kişilikler, yaşamlarının her dönemecinde yer açmadan birbirlerine, yalnızca, sözcüklerin anlamlı gizine sığınmalı idi. İnsanca yaşamak bunu gerektiriyordu.