Yazarlardan, yazmaya bir süre ara vererek başka konularla ilgilenip sonra yeniden yazıya devam ettiklerini anlatan tümceler okuyorum birçok yerde. Diğer pek çok meslekte de bunu görmek mümkün; kişinin işinin yanısıra hobisi olmalı. Eğitmenler buna önem vererek çalışmalarında değiniyorlar. Öğretmenler öğrencilerini bu yönde teşvik ediyorlar.
Hobi, işten yorgun düşen bedenimizi ve dimağımızı dinlendirmekle kalmayıp önümüzde yeni ufuklar açacak kadar etkili olabilir. Öyle ki mesleğimizden maddi ya da manevi olarak yeterli verimi alamıyorsak, benimsediğimiz hobimizi esas işimiz katına oturtabiliriz. Kapasitemiz ölçüsünde her ikisini birlikte yürütmeğe çalışabiliriz.
Mesleğimize verdiğimiz emek nispetinde onu da kıymetlendirdiğimizde faydalı bir unsura dönüşecektir hayatımızda.
Günümüzde, edindiğimiz hobimiz mesleğimiz gibi değerli; ek iş olma yolunda ve esas işimizi elimizden alacak denli sevgili konumunda.
Etiket arşivi: Deneme
Söyleşi Çiçeği
Söyleşi çiçeği. Dostoyevski, Mektup türündeki eseri İnsancıklar’da değinir böyle bir çiçeğin varlığına. İsmi bir fiille anılan bitkilerden; Beni Unutma çiçeği gibi.
Su verirken çiçekleriyle konuştuğunu belirtir ya bazısı! Köklerine can gelir bir ses duyumsadıklarında, harekete geçer kıvrımları. Güne uyanırlar bizlerle.
Kırmızı çiçekli bir bitki var cam kenarında, sulanmasını izleyen dört beş gün içinde dallarıyla beraber aşağı doğru meylediyor. Bunun üzerine su verildiğinde yayılmış olduğu zeminden dirilişe geçiyor; bildiğimiz saksıda çiçek oluveriyor yeniden.
Konuşuyorum ben de bazen, toprakta kıpırdanışlarını duyuyorum. Aşk ile doğup gelişiyor Tanrı’nın can verdiği. Doymadan açamaz gözlerini dünyaya, sevgisiz saramaz gövdesini. Kökten diriltmeli düştüğünde, muhabbetle yeşertmeli.
Çiçeklerin özen gösterilmeden büyümeye gücü yok baksana.
Dans, Spor ve Sosyalleşme
Her birimiz hayatımızın bir döneminde tango yapmışızdır. Dans etmeyi gençlik yıllarıma sığdırdığımdan bu söylem.
Tango, bir başka kişiye uyum sağlayarak yapıldığından kontrollü hareket etmeyi gerektiren bir dans türü. Bu bağımsız bir kişiliği memnun etmeyebilir.
Diğer yandan kişinin sevdiği ile aynı pisti paylaşması hoş. Romantizm de eklenir haz duygusuna aşıksak eğer.
Medeni ve modern açıdan baktığınızda dans vazgeçilmez bir unsur yaşamda. Kişileri birbirine yaklaştıran sosyal bir etmen. İyi vakit geçirme sebeplerinden biri.
Masa tenisi, pinpon da topluluk içinde keyifli anlar yaşatan sporlardan. Tabii dans ve spor ayrı konseptleri olan faaliyetler… Netice olarak hobi diye niteleyebileceğimiz, arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde hoşça vakit geçirebileceğimiz melekelerimiz olmalı her zaman. Kişi, mutluluğunu kendi yaratır madem, dans olsun..spor olsun sosyalleşmeyi sağlayan ögelerden olduğundan ve yaşlanmayı geciktirdikleri iddia edilebileceğinden yabana atılmamalı.
Rüya
Okula yıllar sonra ilk ziyaret.
İç merdivenlere ulaşana dek bir özgüven, ardından içerde yeniden yaşadığım o ürkek ama gururlu hallerim…
O devasa yapı olduğu gibi etkiliyor beni. Katlar arası sahanlıklardan birinin tavan sütununda kurşun delikleri, 70’lerden kalma. Öğrencilerin bir dersten çıkıp diğerine koşuşturmaları, ne tatlı sevinç. Ders programlarının iliştirildiği cam dolaplardaki listeleri inceliyorum: Latince, Grekçe gramer, edebiyatları. Okuduğum dönemde ders aldığım diğer bölümlerden Felsefe, Sosyoloji koridorları…
Geceleri uykularımda bana yaren okulum; evde hazırlanıp derslere gidiyorum rüyalarımda. Gidiyor(d)um. Doktora çıktım, bir kez o ortama girersem rahatsızlık hissetmeyeceğimi söyledi. Her gece uykuda olsa bile bu heyecanı yaşamak baştan hoş görünse de bir süre sonra tadı kaçıyor.
Hakikaten ilgili mekanda gezindikten sonra gitmiyorum oralara artık rüyalarımda.
Dırıldanma
Hep böyle olurdu: incir çekirdeğini doldurmaz bir sebepten münakaşa çıkardı aralarında. Tek taraflı söylenmeye dönüşürdü çoğu kez; ne dediği anlaşılmaz, konuşur konuşurdu.
Dırıldanma, derdi ona. Arkasından bir rahatlama duyardı ikisi de. Huzur gelirdi yeniden yuvaya.
Sıhhi bakımdan doğal bu kadarı! Ya ötesi? Tuttu kolundan bir akşamüstü sarstı, iftirada bulundu kaygısızca kendini haklı çıkartacak ya; kalbini kırdı, canını yaktı.
İçi doldu, attı kendini sokağa.
Gürültü sebebi önyargı, aşırı kıskançlık, öz güven eksikliği… Halbuki anlayış, hoşgörü, sabırla çözülürdü sorun dediğin. Çare diye yer verilmeseydi soyutlamaya; bundan mütevellit kaba kuvvete, şiddete…
Sorun var mı? Biz uydurduk muhtemelen, dar kalıplara bağlı bir yaşam sürmeyi tercih ettiğimizden. Kendimize acıdığımızdan karşı tarafa ilişkin şikayetlerimiz. Önce kendimizi sorgulamadığımızdan partnerimize yüklenişimiz. Demokrasi çerçevesinde tartışmaya geçit vermediğimizden kavgaya dönüşen münakaşalarımız. Sahiplenmeye kalktığımızdan yanılgımız çünkü yazılsak bile birbirimize her birey bağımsız döner yörüngesinde; kısaca özgürlüklerimizi kısıtladığımızdan ağrır başımız. Karşımızdakini olduğu gibi kabul edemeyişlerimiz, kendi kalıplarımıza sokma gayretimiz haksız konuma düşmemize sebep değil mi sonunda?
“Ev Kadını”
Ankara’da bir sokağa “Ev Kadını” adını vermişler. Ne gerek vardı, dedim önce. Arkasından ev kadınlığının benimsenmesine yönelik bir çalışma mı acaba diye düşündüm. Yüceltme gayesiyle mi verilmişti?
Kadınlar çağlardır kendilerine biçilen ev kadını rolünü başarıyla sürdürmekte. Kimi ev işlerinin dışında başka uğraşlar ediniyor. Çoğu ise mesleki açıdan yaratıcılıklarını keşfedemeden yitip gidiyor, taş duvarlar arasında.
Günümüzde politik arenada sıkça konu edinilen “insanların üç beş çocuk sahibi olmalarına” dair söylemin gerçekleşmesi hali kadınlar için artı yük demek!
Bir kadının bedeni bunca ağırlığı kaldırmaya yeterli donanımda mı? Kişiye göre değişir, denilebilir: bazısının bünyesi ancak bir, bazısınınki hiç doğum kaldıramayabilir. Sıhhi etmenler düşünülmüyor maalesef.
Yoğun genç nüfusa ulaşacağız, deniyor. Sağlıksız bir çocuk-genç ve orta yaş yığılımındansa dinç bir toplum olarak yaşasak!
Hep geleceğe yatırım yapma peşinde koşarken bugünü atlamasak! Yavaşlasak… Kendimizi en iyi şekilde yetiştirsek çocuklarımız için daha faydalı olur; onlara daha gelişmiş ortamlar yaratmış oluruz.
Her birey kendini aştıkça, ancak, ilerlemeye katkıda bulunabilir.
Sağlıklı olup 75 yaşımda seyahate çıkarak Mısır’da piramitleri incelemek istiyorum, ileri bir toplum ferdi gibi.
Öğrenmek Üstüne
İyi birisin, kıymetinin bilinmediğini anladığında hayal kırıklığı yaşarsın.
Bu meyanda mutsuzluğuna sebep hükümlerden korunma içgüdüsü yorar bünyeni.
Onca iş güç arasında rencide edici bir zihniyetten sıyrılmaya çabalamak zor olsa bile soyutlama ile çıkılabilir içinden: at gözlüğünü takmak (sıkıntıyla)…
Güçlü bir usa vurum taktiği sayesinde rahat hareket edebilirsin: nükteye sarılarak.
Yaşamın sırrı, seni, mutsuz eden unsurlara karşın kendine saygı duyarak gelişimini sürdürdüğün, olgunlaştığın sırada gerçekleşen mucizenin iksirindedir: öğrenmek.
Doğumundan beri öğrendiklerin ne sadık arkadaşlardır kalan ömründe. Girift düzeni çözebilmeni sağlaması, güzelliği. İlkelerin kendi içindeki sakin duruşlarına çekilip kabul edilmek, ayrıcalık..birbirine gülümseyen dostlar gibi.
Aykırı Sesler
Gün gelip olduğu gibi kabul edebildiğinde kişi, aykırı sesleri..ulaşır umursamazlığın doruğuna. Umursamazlığa vurulunca mutluluk anı yakın.
Yaşanmışlıkları anımsatan satırlar Dalgalar’dan; “koridoru sertçe adımlamalarını duymak hoşuma gidiyor.”
Kızların topuklu ayakkabılarının çıkardığı sesleri, uykularının en tatlı yerindeki çocuklarını kucakladıkları gibi annelerine bırakıp işe doğru yola koyulmalarını bugün hatırlıyorum yeniden Virginia Woolf’un satırlarını okurken.
Evimizde sabahın ilk ışıklarıyla bizim dışımızdakilerin ayak seslerine tanıklık etmeninse beni nasıl yıprattığını; bunu bir yaşam kesiti olarak kabul edemeyişlerimi, hatta yakınışlarımı…
O günlerde hayatıma müdahale olarak nitelediğim yaşayışlar, gelecekle ilgili tasavvurlarımı şekillendiriyordu.
Aykırı sesler bir gün hiç duyulmayacaklardı. Duyulsalar da hayata karışacaklardı, olgunluğumun bir simgesiydi artık onlar. Öyle olmasa “insan olarak yaşamayı zorlaştırdığımız” dünya üzerinde barınmak imkansızdı.
İlişkilerimiz
Beraberlikler ne üzerine kurulu?
Her bireyin karşısındakinden beklediği bir şey var, hayatta. Bunu kabul etmek zamanımı aldı.
Yıpratıcı bekleyişler yaşanır mı..yaşanır, beklentine ulaşamadığında hayal kırıklığı… Kulağa hoş gelmese de her ilişkinin çıkara dayalı olduğu gerçeğini değiştirmek olanaklı görünmüyor.
Bu doğal unsuru kabullenmek zor geldi; ona dedim ki, “ben de iki satır dertleşmek istiyorum”. “Ne denli doğal” diye karşılık verdi; “insanlar konuşarak anlaşmazlar mı?”
Birbirine ortak beklentiler içinde yaklaşmak güzel olur yine de.
Dostluğun bir fırsat değil de sorumluluk olduğunu belirtiyor Halil Cibran. Bu cümleden yola çıkarsam, kurduğum her ilişkiyi gönüldaşlıkla karıştırmamam lazım gelir.
Her bağlantıda bir dostluk havası aramamdı belki üzüntülerin sebebi atılan ilk adımda. Farklı algı, tabii, dostane bir ilişki kurma şansını yakalamak; baht açıklığı demek hatta!
Aşkın Sürekliliği
Mutluluk dolu bir ana dokunmaktır, aşk, kendini bildin bileli beklediğin dakikaların geldiğini henüz kavrayamadığın bir noktada sırılsıklam olmak.
Devam edebilmesi için karşılıklı emeğe ihtiyaç var. Bir yeterlilik ve gereklilik sürecine dayanır neticede aşk.
Mesut eden dakikaların sürmesi birbirini anlamaya, güven hissi duymaya bağlı.
Paylaşılan yaşantıların neşesiyle coşmaktır, bildiğin.
Aldığın haz, sonsuzluk yolunda yiter gider, bu doğaldır; o dönemlerde yerine değişik yaşayışlar geçirme önem kazanır. Her iki tarafı güçlendirir bu. İlişki tazelenir böylece.
Bir ilişkinin doğuşuna sebep, farkına varamasak da anında, türün devamı problemi mi yoksa sadece hayat arkadaşı edinme derinliği mi?
Bedensel mi, ruhsal mı etkime? Fikri bir bağ mı kurulan… İçkinliği mi kasıp kavuran?
Adım adım dünya tatlısı bir varlığın soluğunu hissedecek olma arzusu bütünler birbiri için çarpan yürekleri kuşkusuz…
Neden nasıl demeden tatmalı kişi, büyüleyen duygulanım halini.