İstanbul, 16.10.15
Günlerden Cuma… Yine günlük tutmaya karar verip defteri elime aldım. Epeydir günceme yazmıyordum.
Dün geceki yılgın, bitkin halimden eser yok bu sabah! Uyudum altı saat kadar… Uykunun ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlıyorum. Uykusuzluğun amansız bir hastalığa davetiye çıkardığını öğrendik geçen günlerde. O hastalık yakın bir süre önce bizim evi de ziyaret etmişti. Giderken canımızı da alıp götürdü. Ölüm bu tabii, bir şey bahane olacaktı elbette. O da öyle dememiş miydi? “Bahane, hastalık bahane!”
Örgü örüyorum son günlerde; üç iş var elimde: atkı, yelek, kazak. Hepsi de ebruli yünlerden. Atkı pembe, mavi, bejli. Diğer ikisi aynı renklerde, fakat yünler farklı; biri angora, biri akrilik: yeşil, turuncu, bordo, sarı renklerin bir karışımı…
Sevgili arkadaşım da çeşitli kazaklar örüyordu; “ortaya”: kime uyarsa evde o giyer, diyordu. Kazağı bir onun sırtında, bir eşinde görüyordum.
Yıllar önce aynı yünden iki ayrı kazak örmüştüm; hem sevgilime hem kendime, rengi o seçmişti: cam göbeği mavi.
Örerken çeşitli sorunlar yaşamıyor değilim. Anneciğime sorardım hep, onun başkanlığında ördüğüm sayısız kazak, hırka olmuştu. Sonrasında tatmin edici açıklamaların yer aldığı dergilerden faydalandım. Yalnız bilgiler yetersiz kalıyor bazen. Şu anda da kazak ve yelek için aynı durumu yaşıyorum. İçinden çıkabilirsem fotoğraflarını çekip paylaşacağım. En önemlisi de giyilebilecekler o zaman!