Hep böyle olurdu: incir çekirdeğini doldurmaz bir sebepten münakaşa çıkardı aralarında. Tek taraflı söylenmeye dönüşürdü çoğu kez; ne dediği anlaşılmaz, konuşur konuşurdu.
Dırıldanma, derdi ona. Arkasından bir rahatlama duyardı ikisi de. Huzur gelirdi yeniden yuvaya.
Sıhhi bakımdan doğal bu kadarı! Ya ötesi? Tuttu kolundan bir akşamüstü sarstı, iftirada bulundu kaygısızca kendini haklı çıkartacak ya; kalbini kırdı, canını yaktı.
İçi doldu, attı kendini sokağa.
Gürültü sebebi önyargı, aşırı kıskançlık, öz güven eksikliği… Halbuki anlayış, hoşgörü, sabırla çözülürdü sorun dediğin. Çare diye yer verilmeseydi soyutlamaya; bundan mütevellit kaba kuvvete, şiddete…
Sorun var mı? Biz uydurduk muhtemelen, dar kalıplara bağlı bir yaşam sürmeyi tercih ettiğimizden. Kendimize acıdığımızdan karşı tarafa ilişkin şikayetlerimiz. Önce kendimizi sorgulamadığımızdan partnerimize yüklenişimiz. Demokrasi çerçevesinde tartışmaya geçit vermediğimizden kavgaya dönüşen münakaşalarımız. Sahiplenmeye kalktığımızdan yanılgımız çünkü yazılsak bile birbirimize her birey bağımsız döner yörüngesinde; kısaca özgürlüklerimizi kısıtladığımızdan ağrır başımız. Karşımızdakini olduğu gibi kabul edemeyişlerimiz, kendi kalıplarımıza sokma gayretimiz haksız konuma düşmemize sebep değil mi sonunda?
Türkişi Nakış
Çeşitli renklerden oluşan spagetti yünden battaniye örmeye devam ediyorum; renkli parçalar halinde örüp birleştireceğim. Yanısıra sport wool yünden bordo rengi seçerek bir kazağa başladım. Zevkli geçiyor.
Zor olarak nitelediğim Türkişi çalışmalara özeniyorum. Elimden bir takım çıksın, istiyorum. Bakalım yapabilecek miyim? Bayağı ağır işçilik gerek. Bir dergi ısmarladım, örnekler üzerinde çalışırken zorlanırım sanıyorum.
Arkadaşlardan bu tür işlemeler yapmış ve halen yapmakta olanlar var, doğrusu. Yaşantımın daha sonraki dönemlerine ertelemiştim bu işi ama öne aldım. Örgü işleri ile birlikte yürüteyim, diyorum. Bir hobi edinmek; güzel oluşumları kucaklamak, zamanın su gibi akıp gitmesi demek.
Zamanı iyi değerlendirmek çağımız insanının melekesi bence. Değişik tarzda uğraşılarla meşgul olanlar çok. Marjinal birtakım aktiviteye seyirci kalacağım açık. Genel manada rutinliği bozmayan cinsten etkinlikler ilgi alanıma giriyor, ne diyeyim…
Düzen Tutkusu
Özgür Kuş
Akşamüzeri annem geldi, ‘’bir seyahat esnasında evlat edinmişler beni’’ dedi. ‘’Anneannen kardeşlerimden ayırmamış.’’ ‘’Kamuran bilmesin henüz, ben söyleyeceğim.’’
‘’Babana benzediğini düşünmüşümdür hep.’’
İkindi vakti buluştuklarında akrabalardan öğrenmiş bunu. Baktım, ciddi! Balkondaydık, gece yarısı. Birçok evin penceresinden ışık sızıyordu. Yazın sıcaklığı bi yandan. Işığı yakmamıştık, gemilerin ve karşı sahilin denize vuran pırıltıları aydınlatıyordu etrafı. Saatler ilerledikçe, göz, gecenin karaltısına alışıyordu. Çoraplarımı giyip geleceğimi söyledim, Sıdıka’yla karşılaştım içeri girdiğimde, yatmaya hazırlanıyordu; ‘’annemi zamanında evlat edinmişler..’’ sessizce dinledi. ‘’Babama bundan bahsetme, kendisi anlatacak.’’
‘’Tamam abla’’ diyor şaşkınlık içinde.
Babam sesleniyor: ’’telefonun çalıyor, baksana şuna!’’
İki cevapsız arama, kaydetmiş arayanların mesajlarını telefon cini. Turgut ile Vildan’ın sesleri: bugünkü ‘’fırsat eşitliği’’ konulu gösteriye katılıp katılmayacağımı öğrenmek istiyorlar, dinletiyorum babama. Bir şey demiyor.
‘’Annen oturacak mı daha’’ diye soruyor. ‘’Biraz daha’’ diyorum. ‘’Ben yatıyorum, sabah erken kalkacağım.’’
‘’İyi geceler baba, biraz söyleşir biz de yatarız.’’
‘’İyi geceler!’’
Annemin yanına geliyorum. Heyecanlı. Yarın her günkü gibi içindeki özgür kuş kanatlanacak yine uçmak üzere. Hep beraber karşılayacağız hayatın zorlu dönemeçlerini de sürprizli anlarını da. Foto.alıntıdır.
Yarenliğin Son Günü Dayandığında
Bir fert olarak genellikle tıp dünyası ile ilgilenmiyor; yayınlanmakta olan yenilenen tıbbi bilgilere göz atmıyor.
Sağlığını ihmal ediyor.
Şikayetleri artıyor, doktora gitme gereği hasıl oluyor: o zaman hasta olduğunu öğreniyor.
Tam bu sırada iş hayatına atılmak istiyor yeniden. Çevresindekileri korkutuyor bu düşüncesiyle çünkü iş demek, artı efor demek onun için. Artık çalışmaması gerektiğine ikna ediyorlar zorlukla.
Sağlık taramaları, tedavi süreci… Zaman ilerliyor. Yarenlik ettiğimiz dostlarımıza veda vakti şimdi!
İnanıyorum; son gün sarılacağız Tanrı’ya, hep yaptığımız gibi, o an hissetmeyeceğiz acıdan, kederden tek zerre.
Su
bir..temmuz
su titriyordu
o kapılıp, gidiyordu
gitgide uzaklaşıyordu
bu kadar mı, mutluluk dediğin
bir an onlara baktı:
ne şen ikisi de..diye geçirdi
el salladılar ona
sırtını verdi suya, dinlendi
neyse ki kısa sürede toparlandı
başladı yeniden yol almaya
orsa boca
kıyıya doğru
neşesi yerine geldi
hayat ne kısa imiş
kederi sevinci aynı anda
yaşatacak kadar uzun imiş.
“Ev Kadını”
Ankara’da bir sokağa “Ev Kadını” adını vermişler. Ne gerek vardı, dedim önce. Arkasından ev kadınlığının benimsenmesine yönelik bir çalışma mı acaba diye düşündüm. Yüceltme gayesiyle mi verilmişti?
Kadınlar çağlardır kendilerine biçilen ev kadını rolünü başarıyla sürdürmekte. Kimi ev işlerinin dışında başka uğraşlar ediniyor. Çoğu ise mesleki açıdan yaratıcılıklarını keşfedemeden yitip gidiyor, taş duvarlar arasında.
Günümüzde politik arenada sıkça konu edinilen “insanların üç beş çocuk sahibi olmalarına” dair söylemin gerçekleşmesi hali kadınlar için artı yük demek!
Bir kadının bedeni bunca ağırlığı kaldırmaya yeterli donanımda mı? Kişiye göre değişir, denilebilir: bazısının bünyesi ancak bir, bazısınınki hiç doğum kaldıramayabilir. Sıhhi etmenler düşünülmüyor maalesef.
Yoğun genç nüfusa ulaşacağız, deniyor. Sağlıksız bir çocuk-genç ve orta yaş yığılımındansa dinç bir toplum olarak yaşasak!
Hep geleceğe yatırım yapma peşinde koşarken bugünü atlamasak! Yavaşlasak… Kendimizi en iyi şekilde yetiştirsek çocuklarımız için daha faydalı olur; onlara daha gelişmiş ortamlar yaratmış oluruz.
Her birey kendini aştıkça, ancak, ilerlemeye katkıda bulunabilir.
Sağlıklı olup 75 yaşımda seyahate çıkarak Mısır’da piramitleri incelemek istiyorum, ileri bir toplum ferdi gibi.
“Çanakkale Şehitlerine”
İlkokul dördüncü sınıf, 18 Mart öncesi hazırlıklar, Çanakkale Şehitlerini Anma Günü dolayısıyla. Mehmet Akif Ersoy’a ait “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirin bir bölümü veriliyor çalışmam için; o sabah merasim esnasında okuyacağım tüm okul öğrencilerinin önünde.
Defalarca okuyorum evde, şiirin hakkını vermek için uğraşıyorum. Tören günü hava yağmurlu, kapalı salonda toplanıyoruz. Sıram geldiğinde seslendirmem isteniyor. Şiiri, tam orta yerinde, istemeye istemeye yanımda bekleyen diğer sınıftan bir arkadaşa devrediyorum, devam etmesi için.
Ne sevdim bu şiiri! Öfkeleniyorum içimden. Bu topraklarda rahat uyuyalım diye gözünü kırpmadan ölüme giden askerlerimiz için gözlerim doluyor. Zil çalıyor, sınıflarımıza giriyoruz.
Bunları dile getirmek belki sığ bir yaklaşım gibi görünüyor, şehitlerimizin aziz hatırası katında… Unutmadığımdan bu dillenme, saygıdan.
Ruhları şad olsun tüm şehitlerimizin:
“…
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
‘Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
…”