Ne denli derinden geliyor sesin
Unutmuş muyum
Hayır
Varamadığım için yanına hayranlığım duruşuna
Çocukluğumda anlattığın masalların içinden
gülerdin bana
İşte öyle hatırlıyorum seni
Değiştiremediğin ne idi
ya da değiştirmemi önerdiğin
Eninde sonunda bir nüve aktarıma dair
tutunarak köklerine
doludizgin şekillenen dönemeçlerde
Senden bana bir devir
gelecek düşlerimin gerçekleştiği günlerde
Bir göz açıp kapama süreci-sürdürdüğün
bu kısa seyirlikte
Sonra ereklerine ulaşma sevinci-kaplayan dünyanı
Tüm kara bulutlardan arınmış
bir sayfaya yazılmalıydı, ışıklarla
yeni, sıradan bir hayatın güzelliği.
Etiket arşivi: dünya
Yeni Gün
Hasretinle uyandım yeni güne yine.
O gün,
bir daha gelmeyeceğinin ayırdına vardığım
andan beri üşüyorum.
En kırılgan ellerim
Değdikçe avuçlarımız birbirine
güç bulacaktık biz
Dünyayı kuşatacaktık şenlenen sesimizle
Umut işte
Soluksuz geçen onca yıla bir çığlık katarak
bari gün içinde görsem, diyorum, avunuyorum
Duyuramayınca sesimi sana
dönüyorum çaresiz, sessiz kederime
İçime akıtmayı öğreniyorum artık gözyaşlarımı
Sözlerim hayat buluyor bir yerde
her şeye karşın
sevdamın doruklarında
Anlıyorum o noktada
hiçbir şeyin karşı konulmaz olmadığını
Sen de değilsin
Sürüp giden kader çizgimde deviniyorum
Yine de özleminle doğuyor yeni gün
değişmez şekilde
engel olamıyorum
Sözcükler diziliyor dilimin ucuna
söyleyemiyorum.
Barış
Güne Başlarken
Pus
Buğu ile kaplı tüm yaşantılarım…
Sardı ruhumu
sudan sebepten alevlenen bir korku dalgası
Tuzaklara düşüren girdaplarında kollarım
çırpınıyorum durmadan
Açamıyorum gözlerimi, kapadığım dünyaya
Hayalimi boğan kıpırtıları algılıyorum yalnız
Farkındalığım gelip geçiyor
Tutukluyum ân içinde
Umutlu olmalıyım âti için
Rüyalarımda tutamadığım gözyaşlarım
kuruyor yatağında şimdi
Olağanlaşıyor kelâmlar
ne denli gereksinim duyuyorum hâlbuki
neşelendiren yârenliğine
İçten ne denli haykırsam da
sesimi duyamıyorum
duyuramıyorum yüreğimi
Sevdadan mı? O gün ağlamıştım
konu olmuştu aile içinde
Yalvarışlarım Tanrı’ya…
Acı bir tebessüm dudaklarında
bir bulutun içinden seslenişin
Saklıyım aslında biliyorum
masum bakışlarında
Tutuluyorum konuşamıyorum
Aşkın sıcaklığı donduruyor bittiğinde bu defa
Konup göçtüm selâmladım
Bulamadım süzülüp giden izlerini.
Foto. Bâlâ Çiçek
Okyanus
O günlerdeki kararsızlığım,
güvensizliğim, sıkıcı idi biliyorum;
unuttum bunları. Bağışla sen de.
İkinci buluşmamızdı, hatırlar mısın?
yürümüştük seninle çınar altına doğru…
Soluğundaki acımtırak, kekremsi koku
çarpmıştı beni.
Duysa idim sesini yine
kalbe dolan tınılarıyla yıldızlar arasından…
Sevginin ışıttığı okyanusa hasretim
son bulsa idi o an!
Şansımı yeniden yakalamak için
asumana uzanışım…
Gidişinle dünyamı kaplayan hüzün!
Önemi yok ama bunun
yansıdı ya ışıltın rüyalarıma
hiç beklemediğim şekilde!
Bir olduktan sonra kalır mı mahcubiyet?
Kırgınlığım da geçti.
Hatta yargılamayacağım artık yaşananları.
Mutluluğu kucaklayacağım tereddütsüz.
Bana inan!
Foto. Ana Rosa
Konu Ne Diyorsunuz
Virginia Woolf, Dalgalar adlı eserinde konunun nehir olup akıp gittiği bilinç akışı tekniğini kullanır.
Kişi, bir eseri okurken, içinde bulunduğu tutuklayıcı düzenin dışına çıktığını fark ediyor çoğu zaman. Bu bir terapi şekli olsa gerek! İşe yaramayan onca düşünceyi uzaklaştırırken dimağından, beyaz sayfa açılıyor önünde.
Yalnız her yararlı iş gibi okuma etkinliği de süreklilik bekler. Rutini bozmaya gelmez. Etkisini görmek için kitapları elden düşürmemeli!
Okuduklarımız daha önce konu edinilmiş mutlaka. Yeniden yeniden… Böylelikle okudukça değişik üsluplardan aktarılan bilgiler yenileniyor hafızamızda. Tabii bilginin derya olduğunu düşünürsek, öğrenecek –bilmediğimiz çok şey bulunduğu gerçeğini kabul ediyoruz. Bu bağlamda araştırmaya dayalı eserler zihnimizi tazeleyip dünyaya daha geniş bir perspektiften bakmamızı sağlar.
Hayal gücünün muazzamlığı da yadsınamaz. Öykü, hikâye, romanlar konuları itibariyle ruhumuzun derinliklerine ulaşırlar. İşte orada başlar serüven… Bizi etkisine alıp günlük sıkıntılardan arındıracak bir kaynak bu!
Aşkın Soluğu
İyi anlaşıyorlardı.
Evlenmeye karar verdiler, ilk çıktıkları gün.
Hayatın bir solukta geçtiğini anlayacaktı bir gün.
Aşkın, kadınla erkeğin anlaşmasından daha kaçınılmaz olduğunu fark edecekti. Aşk, dünyayı önüne seriyordu; vazgeçilmez manevi dayanaklar sağlayabiliyordu.
Aslında belki çocuk sahibi olmaktı aşktan da değerli olan.
Neslini devam ettirebilmek manasında değil, önemli olan gerçek bir dost edinmekti: seninle birlikte büyüyen biri, seni olgunlaştıran, seni canından çok seven herkes olabilirdi, aşkla bağlandığın…
Özveri
Olmadık bir sözcük ya da cümle dökülür dilinden bazen. Çok sevdiğin, sevildiğin halde bağlar kopar arada birden.
Senin de başına gelebilir, alınabilirsin tabii, candan sevdiğine: “ciddiye alma” der bir ses derinden… Ne güzel beni düşünüp öneride bulunan bir dostum var deyip sevinçle dolarsın o an. İçindeki o ses, duygularının peşi sıra gitmekten alıkoyar seni.
Alındığında darılır, küser, kırılırsın; olaya gerçekçi bir üslupla yaklaşıp değerlendirdiğinde -gemileri yakacağın bir durumla karşı karşıya olmadığının bilincine varırsın. Aslında gücendiğin husus bunu yaşatandan ötürü değildir. O değişik bir şekilde etkilenmiştir gidişattan. Gerektiği gibi aksetmemiştir tavrı o yüzden. Sana göre sakıncalı kısacası!
İçindeki sesi dinlemek, sakin düşünmek demek esasen; öfkene yenik düşüp geri dönüşü olmayan bir yola girmeden soluk almak! Hayat, pişmanlık duymadığın ölçüde mutlu olabileceğin bir yolculuk!
Mutluluk öyle narin ki, yüreğine sığdıramazsan yiter gider. Sevdiklerinle yaşadığın mutlu anların hep yinelenmesini dilersin. Sevgi fedakârlık ister. Kırıldığında yeniden şans vermeyi denemelisin. Ulaşılması zor ya, mutluluğunu yaratmalısın; emek vermeli, çalışmalı, sevmeli, sabretmeli, katlanmalı, affetmelisin.
Özveri ile donatacağın düzeni korumak için dünya üzerinde bir ömür geçirmeye hazır olmalısın.
Gündem
İlk yazdıklarımda girift olmayı esas almış olmalıyım ki, yeniden okurken onları zorlandığımı söyleyebilirim. Karışık duygular içinde yaşanan bir açılım böyle vücut buluyordu demek!
Bugüne baktığımda, yazarken sözcükleri süslemek isteyen biri var; sıfatlar, tamlamalar yerini alıyor cümlede… Açıklamalarda mümkün mertebe ağdalı bir dil kullanmamak hedefim!
Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz usta gazeteci, yazar Çetin Altan’ın köşe yazılarını hiç kaçırmaz, hatta bulunduğu sayfayı kesip dosyalardım, gençlik yıllarımda. Antrparantez, elektrik faturalarına aynı özeni göstermiyorum şimdilerde. Zaten maddi değerlere yaklaşmak yıpratıcı geliyor ama her hanenin iktisadi bir bütçesi olmalı! Bunu takip etmekten de zevk alabilmeli, kişi. Ne kotardım, sonucunda ne kazandım; ne kadarını harcadım, masraflarımı karşılayabilecek miyim?
Dünyadan ya da ülkeden bir haberin merkeze oturduğu bir yazı, sabahı neşelendirebildiği gibi 1980’deki darbe misali üzüntüye sebep olabilir. Terör ise kanayan yara: bedbahtlığımız artıyor her geçen gün. İşimizdeki çabalarımızın, özel hayatımızdaki bir gelişmenin, tartışmanın, sevincin günümüzü etkilediğini fark ederiz birden. Bunlar da felaket haberlerinin ortasından bizi çekip çıkaran bir umudun yeşermesini sağlayan nice unsurlardan. Gelecekten ümitlenmek için bugüne sarılmalıyız. Ne var elimizde? Gündemimiz ve huzur için daima olumlu adımlar atan kişiliğimize sığınmaktan başka. Önce kendimiz ile barışık olalım ki, “yurtta sulh cihanda sulh” parolasını hayata geçirebilecek güç ile yeniden doğalım!
Fert olarak her birimiz toplumun yapılanmasında önemli etkenleriz. Gelişmekte olan bir ülke olarak üzerimize düşen görevler önemi dairesinde ağır… Öncelikle kendimize olan vazifelerimizi yerine getirirsek genel manada kalkınmaya faydamız dokunur.
Bir Kasım Pazar günü, yer aldığımız seçim sandığı mahalline gidip yeni hükümet için oy vermeyi ihmal etmemeli… O çerçevede planlanan projelerin gündeme getirilmesinde payımız olduğunu kanıtladığımız çalışmalarımız ile yarınlara başımız dik yürürüz! Tacımız ay yıldızlı bayrağımız!