“Yazmak” üzerine kaleme alınmış birkaç kitap geçti elime dün kitapçıda. Pek sormaz ama neler aldığımı öğrenmek istedi bu kez. Edebiyat konusunda eğitim almış birinin bunları okuması gerekli miydi? Merakı hoşuma gitti aslında. Her bireyden öğreneceğimiz çok şey olduğunu, yazarların hikâyeleri ve önerilerinin beni daima ilgilendirdiğini söyledim. Sözkonusu eserlerin bundan sonraki çalışmalarımda faydalı olacağını düşünüyordum.
Gülümsedi, hak verdi. Keyifle okumamı diledi…
Değindiğim, bildik satırlardan değil mi?
Akıcı bir anlatım mı benimki onu da bilemiyorum ama yazmak istiyorum. Yazmaktan zevk duyduğum için…
Ayrıca, eğitimde tercihim bu yönde idi diyeceğim; hani bazısı okuduğu branş üzerinde çalışmaktan gurur duyar ya -bunu geç yaşta gerçekleştirmiş biri olsam da vurgulayasım var hep!
Korkmadığım için yazmak!
Bir de her birimiz mütemadiyen aynı durumlarla karşı karşıya değil miyiz? Mühendis, doktor, öğretmen, yazar vs. olabiliriz; neticede düzenli çalışmamızı gerektirecek bir tempo içinde yaşamalıyız! Kuşaktan kuşağa değişik biçemlerde baksak da dünyaya, doğumdan ölüme belli süreçlerden geçiyoruz. Farklı yaşantılarımız güzelliklerimiz sadece. O halde, her zaman birbirimizden öğreneceğimiz kavramlardan, göreneklerden oluşan bir bulut yaşam dediğin. Tendeki her çizgi soluklandığımız derinliklerin izleri değil mi? Okudukça, belki de kendi kendimize hiçbir zaman ulaşamayacağımız doruklarda eğleneceğiz. Yeryüzünde bir oyalanış içinde değil miyiz? Fikirlere önem vermeliyiz…
Etiket arşivi: fikir
Serbest Kürsü
“Serbest Kürsü” olmalı, diyordu, yıllar önce babası.
…
Herkes fikrini dile getirebilmeli. Saygı, sevgiyle, dostlukla…
Aykırılıklar ise bizi birbirimize düşürmemeli. Kaldı ki, ufak bir sürtüşmede; mesela bir alışverişte sıraya girmemiz gerektiğinde anında ortalık karışıyor ve yumruklar konuşabiliyor. Yazık! İşimizi halletmek için özveride bulunmaya erinen, hatta bunu kendine yediremeyen kişilikleriz maalesef…
Toplu halde yaşam hayatımızı zorlaştırıyor; birbirimize tahammülümüz yok! Markette, caddede, sokakta hep bir memnuniyetsizlik; karşıdan geleni görmezden gelme, sanki dünyada tek başına! Yaşamaktan mı bıktık?
Bezginliklerimizi, umursamazlıklarımızı iklim değişikliklerine mi bağlayacağız? Ondandır ya yoksa dünyayı burnunun ucunu göremeyecek kadar gururlu adımlarla arşınlamak hangi akla hizmet?
Düşüncelerimizi karşımızdakine aktarırken de sağduyulu davranıp çatışmaya, çekişmeye mahal vermeden demokratik bir devinim içinde dalgalanmalı konuşmalarımız…
Şimdi iletişim araçları yoluyla sosyal ilişkiler kurabilmek eski günlere göre daha kolay gibi görünse de; sıcaklık eksik sanki. Oysa samimi, ılımlı bir bakış açısına sahip olabilmek, artı değer…
Sözcüklerimizi seçerken karşıt görüştekini kırmamaya özellikle önem vermeli. Acımasızlık bu çağın sembolü mü ne? Bilgisayar oyunlarından mı öğrendik bu denli şeytani planlar yapmayı? Kendi dışımızdakilerin yaşama hakkı olmadığına meyletmek de nereden çıktı? Hâlbuki “birlikte yaşamak” ne asil duygular barındırır içinde.
Kızgın gözlerle bakmak yerine karşındakinin yüzüne tebessüm edebilmek… Yenilikleri savunan birine olumsuz manalar içeren sözlerle yaklaşmak yerine hoşgörü ile kucak açmak… Yalnız kendisinin doğru olduğuna inanarak çevresine de bunu empoze etmek için didinmektense, özgürce fikirlerin zarif dansını izlemekten mutluluk duymak ne medeni bir haz!
Tanrıçanın estirdiği
Bir rüya idi gördüğüm… Beni Eski Yunan’a götürdü:
rengarenk çiçeklerden bir taç, kumral saçlarında
bir melekti, biliyorum
Eos olmalı o,
dünyayı saran Okeanos’un kıyısından göründüğünde
gündüzün gelişini muştulayan
gülen açık kahve gözleri ışıl ışıl parlıyordu
karşımda durup bana bakıyordu
söylemleri nağmeler halinde bütünleniyordu uzayda
adım atmaya hazır sonsuzlukta;
değiyor benimkilere sözcükleri tanrıçanın
fikir veriyor geleceğe dair
göğe vardığında elzem ki,
kurulduğu altından arabasını
şafak vakti sürüyor, yetişmek için yarışlara!
Önyargı
Bir olay gerçekleşmeden, ileriki yaşantılarda üzerimde olumsuz etki bırakacağını düşünerek, önceden yeise düşmem, kendime acı çektirmekten başka bir şey değil.
Bugün, havaya girip kaptırarak bilincimi, yarınki dertlere önlem alır gibiyim; yaşadığımda daha az üzüleceğimi sanıyorum böylelikle, ama bu kendimi kandırmaktan başka bir şey değil.
Gelecekte olacaklardan menfi neticeler çıkıp çıkmayacağı da belirsiz tabii. Bu açıdan bakıldığında, olgu, usa iyi fikirler de getirebilir kuşkusuz.
Kaldı ki, her şeyi anında yaşamanın keyfi, güzelliği tartışılmaz. “An’ı yaşa” denilmiyor boşuna.
Bedbaht olacağını sandığın şey değişik boyutlarda yaşanıp öyle tatlı bir farklılık hissettirir ki, şaşırırsın. “Bugün doğdum ben” demenin farkındalığını yaşarsın. Önünde yeni sayfaların açıldığı ihtişamlı bir dünyaya kucak açarsın.
Her türlü koşulda, zaten sabır, sağduyu, azimle güçlüklere göğüs gerecek bir yol bulabilir insanoğlu, Allah’ın yardımıyla.
Foto. Bala Çiçek
70’li Yıllar
İlk iş müracaatı idi. İnsan Kaynakları Bölümünden sorumlu kişi üzerinde “iyi” bir intiba bırakmış olacak ki, hafta başında çalışmaya başlayıp başlayamayacağı sorulmuştu kendisine, o da hazır olduğunu belirtmişti.
Heyecanlı bir bekleyiş! 3. gün, iş başı. Şirketteki ikinci görüşme çalışmaya başlayacağı bölümün koordinatör ve yardımcısı ile…
O, tüm samimiyeti ile fikirlerini aktarıp ilerlemek istediğine değinir. Sanırım, bu herkesin hedefi: işe girdiğinizde bir süre sonra çalışmanızın takdir görmesini ve terfi edilmeyi istemez misiniz?
Sonradan samimi konuşmalarını gaf olarak nitelendirir, çünkü bölümdeki en kıdemli eleman yedi yıldır aynı mevkide görev aldığı halde hiçbir titri yoktur. Bunu kısa sürede iş esnasında geçen konuşmalardan anlamış ve geleceğe dair sarf ettiği sözcüklerin arkadaşlarını kırdığını düşünüp üzülmüştür.
Evde, okulda işlenen olumlu ideler, iş hayatına atıldığında çekişme boyutunda farklı kutuplara kayıyor… O noktada kişi anlıyor ki; bulunduğu devranda sözlerine dikkat etmesi gerekli.
Öğrenciliğinde dorukta yer eden ailenin umudu, hayatın içinde işte böyle pişmeye başlıyor… Alın teri, göz nuru olan çalışmalarının nasıl sınanarak kabul gördüğünü öğreniyor…