Büyük Postane Caddesi’ndeyim
atılacak mektuplarım var,
yarınlar için!
Yaşadıklarımız
gözümün önünde canlanan
renkli bir film gibi,
sevdiceğim.
Fotoğrafların arasında
buldum kendimi demin
80’lerden kalma,
çay bahçesinde oturmuş
bir kareye sığmışız ikimiz;
senle sevgi bulutu olup
bir anlığına
dağılıyoruz semada.
Hatırlamazsın bugün sorsam
onun için yazıyorum usanmadan.
Sana mısralarda olsun dokunmak,
maviliğine bulaşmak bir ayrıcalık
bilmiyorsun sanki!
Mavi senin rengin,
gerçekliğinin simgesi.
Uzun aradan sonra
bana gelişlerinin verdiği
mutluluğun adı, mavi.
Etkileyici Yeşilçam sineması
belleğe nakşeden
birtakım kesitler filmlerden
-ki onlar hayattan izler…
Ana hıçkırığında
gençlik gözyaşında
düş kırıklıklarının gölgesinde
gülüşlerin pırıltısında
biçimlenen devinimlerden oluşan
bir çizgi yakaladım
Orada buluştuk onunla
sevdalandık birbirimize
hikâyenin ayrılık ile
neticelenmesi değildi aslolan
hep yenilenmesi idi içtenlikle
alışkanlıklara mağlup olmaksızın
tekrarlanan sahnelerde
mutluluğun gizi o tarifsiz anlarda
Nasıl sevdiğimizi göstermemeli idik
önce kimseye
aman nazar değer sonra
bu düşünüş güçlendirir mi aşkı
yoksa düşürür mü tuzağa
hayra yor aman
Ufak tefek küslükler
kocaman gülücükler
sarıldık ardından, kucaklaştık
Böyle biter masallar
çoğu ‘’mutlu son’’ ile. Foto. Bâlâ Çiçek
Yeniden yaşamak için birlikte olmayı iple çektiğim, gözlerinde eridiğim, yüreğimdeki sıcaklığın tüm dünyamı sardığı o anlar… İşte böyle seni düşünerek geçirebiliyorum şimdi kalan ömrümü. Samimi duyguların şemsiyesi altında soluklanırken bulmak kendimi, hayata tutunmamı kolaylaştırıyor.
Ne çok acı çektim, çeşitli sebeplerden.
Biliyor muydun sevildiğini? Anlıyordun belki yere göğe sığdıramıyordum ya seni. Gülüyordun giderken. Mutlusun eskisinden daha çok, çünkü yerleştiğin en yüce kat bu! Varabileceğimiz son nokta.
Var oluşunun gerçek taçlandırılışı ölümün kucağında. Gençlik yıllarında ve sonrasında da nereden bakarsanız sevimsiz gibi görünen ölüm, yok oluşa değil, yeni bir başlangıca, dirilişe atılan en önemli adım.
Dünyadan göçüş, Tanrı katında ağırlanma. Yaşamımızda güzel işlere imza attıysak, ödüllendirildiğimiz bir başka dünyaya geçiş.
Sana, tüm sevdiklerime kavuşacağımı düşleyerek geçirdiğim bu günlerde, bir umut saklı olmalı, mutluluğa dair.
“Leylâk ağaççığı silme çiçek açmış. Dökülüp gittiğinde, çiçeklendiğini hatırlayacak mı?”
Selim İleri’nin Mel’un adlı eserinden, yukarıdaki cümleler.
Ölü toprağı serpilmiş sıkkın duruşumu silip götürüyor bunlar.
Bir gün, bir yerde rahatlatıcı etkisi olan satırlar kaydetmek, hayatı daha anlamlı kılıyor. Ne umut yüklü! Hem yazan hem de okuyan için bir farkındalık yaratıyor. Çünkü âna odaklanmak ayırt ediliyor böylece. Mutluluğu yakalamak kolay bu noktada!
Sıkıntılı anlarımı okuyarak atlattığımı unuttum kaç gündür…
Bana iyi gelen şeyleri gündeme alamayacak denli hasta idim. Baş ağrısı, düzensiz soluk alışlar! Yaşanması gereken zorlu bir süreç geçti; toparlandım.
Rutin yaşantılarına kavuşunca, kişi, Tanrı’nın öngörüsü ile her şeyin dinginlik içinde akıp gittiğinin farkına varıyor yeniden.
Aklın süsledikleri arda kalanı! Ekonomik bağımsızlık, sorumluluklar, vazifeler… Zaman zaman yok sayılan birtakım işler! Eşref saatine denk getirilip üstesinden gelinen zorunluluklar.
Onlar, yolun sonunda ulaşacağımız değerleri önemseyerek benimsediğimiz düzenli yaşayışlar! Doğamız gereği ve prensiplerimiz doğrultusunda elde ettiğimiz güzellikler olmalı ki, var olduğumuza inanabilelim! Öyle değil mi?
O günlerdeki kararsızlığım,
güvensizliğim, sıkıcı idi biliyorum;
unuttum bunları. Bağışla sen de.
İkinci buluşmamızdı, hatırlar mısın?
yürümüştük seninle çınar altına doğru…
Soluğundaki acımtırak, kekremsi koku
çarpmıştı beni.
Duysa idim sesini yine
kalbe dolan tınılarıyla yıldızlar arasından…
Sevginin ışıttığı okyanusa hasretim
son bulsa idi o an!
Şansımı yeniden yakalamak için
asumana uzanışım…
Gidişinle dünyamı kaplayan hüzün!
Önemi yok ama bunun
yansıdı ya ışıltın rüyalarıma
hiç beklemediğim şekilde!
Bir olduktan sonra kalır mı mahcubiyet?
Kırgınlığım da geçti.
Hatta yargılamayacağım artık yaşananları.
Mutluluğu kucaklayacağım tereddütsüz.
Bana inan!
Foto. Ana Rosa
Olmadık bir sözcük ya da cümle dökülür dilinden bazen. Çok sevdiğin, sevildiğin halde bağlar kopar arada birden.
Senin de başına gelebilir, alınabilirsin tabii, candan sevdiğine: “ciddiye alma” der bir ses derinden… Ne güzel beni düşünüp öneride bulunan bir dostum var deyip sevinçle dolarsın o an. İçindeki o ses, duygularının peşi sıra gitmekten alıkoyar seni.
Alındığında darılır, küser, kırılırsın; olaya gerçekçi bir üslupla yaklaşıp değerlendirdiğinde -gemileri yakacağın bir durumla karşı karşıya olmadığının bilincine varırsın. Aslında gücendiğin husus bunu yaşatandan ötürü değildir. O değişik bir şekilde etkilenmiştir gidişattan. Gerektiği gibi aksetmemiştir tavrı o yüzden. Sana göre sakıncalı kısacası!
İçindeki sesi dinlemek, sakin düşünmek demek esasen; öfkene yenik düşüp geri dönüşü olmayan bir yola girmeden soluk almak! Hayat, pişmanlık duymadığın ölçüde mutlu olabileceğin bir yolculuk!
Mutluluk öyle narin ki, yüreğine sığdıramazsan yiter gider. Sevdiklerinle yaşadığın mutlu anların hep yinelenmesini dilersin. Sevgi fedakârlık ister. Kırıldığında yeniden şans vermeyi denemelisin. Ulaşılması zor ya, mutluluğunu yaratmalısın; emek vermeli, çalışmalı, sevmeli, sabretmeli, katlanmalı, affetmelisin.
Özveri ile donatacağın düzeni korumak için dünya üzerinde bir ömür geçirmeye hazır olmalısın.
“Serbest Kürsü” olmalı, diyordu, yıllar önce babası.
…
Herkes fikrini dile getirebilmeli. Saygı, sevgiyle, dostlukla…
Aykırılıklar ise bizi birbirimize düşürmemeli. Kaldı ki, ufak bir sürtüşmede; mesela bir alışverişte sıraya girmemiz gerektiğinde anında ortalık karışıyor ve yumruklar konuşabiliyor. Yazık! İşimizi halletmek için özveride bulunmaya erinen, hatta bunu kendine yediremeyen kişilikleriz maalesef…
Toplu halde yaşam hayatımızı zorlaştırıyor; birbirimize tahammülümüz yok! Markette, caddede, sokakta hep bir memnuniyetsizlik; karşıdan geleni görmezden gelme, sanki dünyada tek başına! Yaşamaktan mı bıktık?
Bezginliklerimizi, umursamazlıklarımızı iklim değişikliklerine mi bağlayacağız? Ondandır ya yoksa dünyayı burnunun ucunu göremeyecek kadar gururlu adımlarla arşınlamak hangi akla hizmet?
Düşüncelerimizi karşımızdakine aktarırken de sağduyulu davranıp çatışmaya, çekişmeye mahal vermeden demokratik bir devinim içinde dalgalanmalı konuşmalarımız…
Şimdi iletişim araçları yoluyla sosyal ilişkiler kurabilmek eski günlere göre daha kolay gibi görünse de; sıcaklık eksik sanki. Oysa samimi, ılımlı bir bakış açısına sahip olabilmek, artı değer…
Sözcüklerimizi seçerken karşıt görüştekini kırmamaya özellikle önem vermeli. Acımasızlık bu çağın sembolü mü ne? Bilgisayar oyunlarından mı öğrendik bu denli şeytani planlar yapmayı? Kendi dışımızdakilerin yaşama hakkı olmadığına meyletmek de nereden çıktı? Hâlbuki “birlikte yaşamak” ne asil duygular barındırır içinde.
Kızgın gözlerle bakmak yerine karşındakinin yüzüne tebessüm edebilmek… Yenilikleri savunan birine olumsuz manalar içeren sözlerle yaklaşmak yerine hoşgörü ile kucak açmak… Yalnız kendisinin doğru olduğuna inanarak çevresine de bunu empoze etmek için didinmektense, özgürce fikirlerin zarif dansını izlemekten mutluluk duymak ne medeni bir haz!
Ne kadar özlemişim
konuşunca anladım
Gelmesini dilerim yeniden yuvama
konsun, başımın tacı olsun
Sormam hiç, nerede idin diye
Anlatmasını isterim yalnız,
bunca zaman ne olduğunu ona
Ama kırgınlık olmadan
Büyüsü bozulmadan
ve kadere yenik düşmeksizin
süzülelim bulutların arasından
Mutluluk öyle güçlü bir soluk ki..
nasılsa affeder onu da beni de.
Her birimiz hayatımızın bir döneminde tango yapmışızdır. Dans etmeyi gençlik yıllarıma sığdırdığımdan bu söylem.
Tango, bir başka kişiye uyum sağlayarak yapıldığından kontrollü hareket etmeyi gerektiren bir dans türü. Bu bağımsız bir kişiliği memnun etmeyebilir.
Diğer yandan kişinin sevdiği ile aynı pisti paylaşması hoş. Romantizm de eklenir haz duygusuna aşıksak eğer.
Medeni ve modern açıdan baktığınızda dans vazgeçilmez bir unsur yaşamda. Kişileri birbirine yaklaştıran sosyal bir etmen. İyi vakit geçirme sebeplerinden biri.
Masa tenisi, pinpon da topluluk içinde keyifli anlar yaşatan sporlardan. Tabii dans ve spor ayrı konseptleri olan faaliyetler… Netice olarak hobi diye niteleyebileceğimiz, arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde hoşça vakit geçirebileceğimiz melekelerimiz olmalı her zaman. Kişi, mutluluğunu kendi yaratır madem, dans olsun..spor olsun sosyalleşmeyi sağlayan ögelerden olduğundan ve yaşlanmayı geciktirdikleri iddia edilebileceğinden yabana atılmamalı.
Foto.alıntıdır.
umut türküsü oluyor sıcak sözcüklerin, telaşlıyım bu mevsimde yavrucağım, her şey iyiliğin için